Fıkhın Asliyyeti Üzerine

Fıkhın Asliyyeti Üzerine

Ömer Faruk Kılıç

Sayı 02

29 Kasım 2025

Ömer Faruk Kılıç

Sayı 02

29 Kasım 2025

Yaşadığımız dünyada her geçen gün daha farklı durumlara tanıklık ediyor, değişmez zannettiğimiz şeylerin değiştiğini görüyoruz. Bu değişim rüzgarının bir yerle mahdut olmadığı ve hemen hemen her yeri kapsadığını gördüğümüzden bu tarz farklılaşmaların zamanımızın en temel özelliği olduğunu kabul edebiliriz. Öyleyse bu çağda berhayat olan fikirler, ilimler ve anlayışların da bu durumdan azade olmadığı anlaşılabilir. İşte bu noktadan hareketle bu değişimin ne kadar gerekli olduğu üzerinde durulmalı, bununla birlikte eğer bir değişimin gerçekleşmesi zarurîyse bunun nasıl olacağı tartışılmalıdır. 

Yukarıda bahsetmekte olduğum değişim rüzgârının tesirinde olan ilimlerden biri de fıkıhtır. Fıkhın  konusu hayatın nasıl tanzim edileceği olduğundan hayatın içindeki herhangi bir değişim doğal olarak fıkhı etkilemektedir. O hâlde ilk etapta incelenmesi gereken şey fıkıh ile hayat arasındaki ilişkinin keyfiyeti olmalıdır. Bu ilişki doğası gereği çift taraflıdır. Zira herhangi bir düzene dayanmayan hayat yaşanmaya değer olmayacağı gibi hayattan tamamen kopuk bir düzenin de icrasının mümkün olmadığı aşikardır. Bu hakikati teslim etmekle birlikte bu ilişkiyi daha doğru kurmak adına birinin diğerine göre daha asıl kabul edilmesi gerekir. Çünkü hayatın kendisi ile fıkıh her zaman uyum içerisinde olmayacak, yer yer birbirleriyle çelişeceklerdir. Bu durumda mahza iki taraftan birini seçmek bizi istemeyeceğimiz durumlara sokacaktır. Zira bir hukuk düzenini sürekli değişen hayatın akışına göre tanzim etmek bir zaman sonra hiçbir ilke ve tutarlılığı kalmayan bir hâle getirecek, böylelikle mezkûr hukuk düzeni düzen olma hüviyetini kaybedecektir. Aynı şekilde tamamen ilkeleri göz önünde bulundurarak gündelik hayatı yadsıyan bir anlayış da hâliyle icrası mümkün olmayan bir düzen olarak kalacak ve nihayetinde insanlar nezdindeki itibarının kaybolmasıyla birlikte hayatiyetini kaybedecektir. 

İçerisinde böylesine derin çıkmazların olduğu problemlerde sorunu çözebilmek için mutlak düşüncelerden ziyade problemin her cihetini kuşatan bir anlayışla hareket etmek daha doğru olacaktır. 

Ele aldığımız meselede fıkhın iki cihetten çok ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığını ifade etmiştik. Bunlardan ilki gündelik hayata uygun hâle getirilen fıkhın ilkelerden ve metodolojiden yoksun olması, ikincisi ise ilkelere sımsıkı bağlı olan fıkhın gündelik hayatta işlevsiz bir konumda olmasıydı. İki ciheti kuşatacak olan çözüm fıkıh faaliyetlerinin iki kısma ayrılıp her kısmın ilk etapta problemin kendisini ilgilendiren kısmıyla iştigal etmesi olabilir. Bu durumda "Fıkıh kendi ilkelerine bağlı olduğu hâlde şu an yaşadığımız dünyada hangi dönüşümler gerçekleşirse tamamen uygulanabilecek hâle gelebilir?" sorusu etrafında düşünülerek fıkıh faaliyetleri bu çerçeve üzerinde icra edilmelidir. Buna binaen fıkhın yapması gereken şey mevcut düzene eklemlenmek yerine alternatif  paradigmaların inşa edilmesi olmalıdır. Bu da fıkhın pasif değil aktif bir ilim olarak konumlanmasına ve böylelikle asıl hüviyetine erişmesine sebep olacaktır. Az önce ifade ettiğimiz bu kısma fıkhın teorik boyutu diyebiliriz.

Fıkhın teorik boyutundan söz ettikten sonra problemimizin bir diğer cihetini oluşturan pratik tarafıyla ilgilenmemiz gerekiyor. Zira fıkhın teorik tarafı hemen hayata geçirilemeyeceğinden fıkıh canlılığını devam ettirmek için kendisinin inşa etmediği bir dünyada söz söylemesi gerekecektir. Meselenin bu kısmına net ve kesin çözümler bulmak çok zordur. Zira içinde yaşadığımız dünyanın ahlakî ve felsefî temelleri fıkhın temelleri ile çatıştığından birbirleriyle tamamen uyumlu bir ilişki içerisinde olmaları âdeten imkânsızdır. Buna binaen bu hususta yapılması gereken fıkhın mevcut yapısına en uygun olabilecek çözümleri üretip fıkhın nazarî oyutuna vakit kazandırmak olabilir.

Fıkıh ilmini daha düzenli işletebilmek için zikrettiğimiz boyutlar arasında bir asıl-fer ilişkisini tayin etmek gerekir. Amelî fıkıh ile nazarî fıkıh arasında bir asıl-fer ilişkisi düşünüldüğünde nazarî fıkhın daha aslî bir konumda olduğu görülecektir. Çünkü fıkhın maksadına ulaşıp yaşadığımız dünyayı tanzim edebilmesi nazarî olan yönünün başarısına bağlıdır. Fıkhın amelî olan kısmı ise krizi bir nebze de olsa hafifletmek ve geçici çözümlerle günü kurtarmakla ilgilenmektedir. İster istemez bu kısım tabiatı itibarıyla ikincil konumda kalmaktadır.

Mevcut fıkıh faaliyetlerine bakıldığında fıkhın amelî tarafıyla daha çok uğraşıldığını ve böylelikle amelî olanın daha revaçta olduğunu müşahede etmekteyiz. Halbuki bu durum bizim fıkhî sistemimizin her geçen gün kan kaybetmesine ve nihayetinde canlılığını yitirmesine sebep olacaktır. Zira zikrettiğim gibi fıkhın sahip olduğu temeller ile modern dünyanın sahip olduğu temeller uzlaştırılamaz hâldedir. Bundan dolayı modern dünyayı geri dönülemez ve aşılamaz kabul edip içeriğini değiştirmeye çalışmak fıkhın dünyayı dönüştürmesi yerine modern dünyanın fıkhı dönüştürmesine sebep olacaktır. Yukarıda bahsettiğim fıkhın nazarî boyutunun nasıl icra edileceğinin keyfiyeti ise şu an için meçhul olmakla beraber böyle bir faaliyet, fıkhı “asıl”larından taviz vermekten kurtaracağı için zarurîdir.