Mehmet Akif Ezerbolatoğlu
Sayı 1
25 Eylül 2025
İnsan zihni kompleks meseleleri basitleştirerek ve bilinmeyen değişkenleri minimize ederek düşünmeye meyyaldir. Bu, çoğu zaman yeni bir şey öğrenirken zihne ciddi bir kolaylık sağlarken, kimi zaman da kompleks meseleleri hakkıyla değerlendirmeye mâni bir alışkanlıktır. Hele bütün evreni matematiksel fonksiyonlar içerisinde algılamaya programlanmış modern zihnin hazır şablon ve modellemelerle düşünme alışkanlığı, fıtratımıza içkin bu zaafiyeti daha da öne çıkarmaktadır.
Bugün, ister ulusal ister uluslararası, ister konvansiyonel ister dijital medyada tarihte eşine az rastlanır bir konsensüs vardır: Alışılmış eski düzen çözülüyor ve yenisi henüz ufukta değil. Bu küresel belirsizlik hâlinde tarihin sonuna bir türlü erişememenin getirdiği tedirginlik tonunun hâkim olduğu bir zihin dünyasıyla, olan biten tahlil edilmeye çalışılsa da evvelce bahsettiğimiz düşünme tarzı bir türlü meselelerin mahiyetini hakkıyla ortaya koyamıyor görünmektedir.
Yeni bir düzenin inşasının asgari şartı, öncekinden memnuniyetsizliktir. İnsanlar ancak razı olmadığı bir durumu değiştirmeye çaba gösterir. Ne var ki bugün yeni bir düzen inşası ufukta gözükmemektedir. Ne toplumların böyle kolektif bir gayeyi örgütleyebilecek kudreti, ne topluma öncülük edebilecek elitin böyle bir ufku, ne de bireylerin böyle bir şuuru kalmıştır. Bugün, memnuniyetsizliklerin çözümsüzlüğünün getirdiği ızdırapla baş etmek için meseleleri basitleştirmek en yaygın davranış biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu basitleştirmelerin en yaygın olanı ise bir günah keçisi aramaktır. Böylece basitleştirme iki yönlü gerçekleşmiş olur. Hem sorunun müsebbibi açıkça ve kolayca belirlenmiş hem de çözüm için neyle mücadele edilmesi gerektiği âşikar edilmiş olur.
Bugün akademide ve sair zeminlerde mezkûr çözülüşün müsebbipleri tam da bu yöntemle aranmaktadır. Siyasal zeminde bu arayışın üç kardeş formu vardır. İlk yaklaşım her türlü meseleyi sermaye ilişkilerine indirgeyerek ve 70 sonrası kapitalist düzeni neoliberalizm kavramıyla etiketleyerek her türlü melanetin kaynağını bu sihirli sözüğün muhtevasına dayandırır. Öyle ki bu yaklaşımın hâkim olduğu bir analizde neoliberalizm neredeyse kişileştirilerek bir kötülük tanrısı olarak resmedilir ve bunun sonucunda tanımlanabilir bir kavram olmaktan çıkarılır. İkinci yaklaşım göç ve demografi değişimlerinin toplumsal düzeni alaşağı ettiğini, bir grup küreselleşmiş elitin oluşturduğu kültür ve kurumların toplumsallığı ve onun siyasi eylem ve çözüm kapasitesini çökerttiğini iddia ederek özcü ve agresif politikalar önermektedir. Üçüncü yaklaşım ise ilk iki yaklaşımı ve onun tezahürü olan siyasi hareketleri popülizm olarak etiketleyerek oldukça ulvi bir makama konumlandırdığı demokrasinin tehlikede olduğunu, çözümün liberal demokrasinin kanun-u kadîmine dönmekte yattığını savunmaktadır. Bu üç yaklaşıma ek olarak katı olan her şeyin buharlaşmasının mukadder olduğuna iman etmiş nihilist bir perspektiften bahsetmek mümkün olsa da çözümsüzlük dışında bir önerisi olmayanların herhangi kıymetiharbiyesi yoktur.
Mezkûr üç perspektif de nedenlere değil sonuçlara odaklanan, oldukça kısıtlı sayıda değişkenleri dikkate alan ve belirledikleri günah keçisini şeytanlaştırarak meseleyi olduğundan daha basit gösteren bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Görüldüğü üzere bu semptom merkezli düşünce tarzı değil hastalığın kaynaklarını tespit etmek, hastalığın bizatihi teşhisini bile imkânsız hâle getirmektedir. Halbuki semptomları ele almak ancak hastalığı teşhis etmek gayesi taşıdığında kullanışlı bir araçtır. Zira ağrı kesici vererek ağrı hissetme semptomunu geçici süre durdurmayı başarmak mümkün olsa bile ağrıya neden olan hastalığı teşhis edip tedavi etmemek sizi kaçınılmaz olarak ağrı kesici bağımlısına dönüştürür. Toplumsal düzeyde ise meseleleri tedavisiz bırakmanın sonuçları dünya tarihinde acı tecrübelerle görülmüştür. Gerçekten de dünyanın mevcut hâli Weimar Cumhuriyeti’ni ne çok hatırlatmaktadır. Weimar’ın başarısızlığının dünyada nasıl bir felakete yol açtığı göz önüne alınırsa, endişe duymamak mümkün değildir.
O hâlde mesele nedir? Mesele, memnuniyetsizlik doğuran şeyler toplumsal, ulusal ve uluslararası düzene dair olduğuna göre her şeyden önce siyasal bir meseledir. Dolayısıyla siyasal düşünce ve eylemlerle ele alınıp çözüme kavuşturulabilir. O hâlde siyasal olanın ne olduğu sorusu önem kazanmaktadır. Mevcut dünya düzenini oluşturan, küreselleşmiş modern Batı fikriyatının siyasal tasavvurlarının nelere dayandığını belirlemeden, siyasal olmaklığı sağlam temellere oturtmadan, meselenin hakkıyla ele alınabilmesi mümkün gözükmemektedir. Zira temel aksiyomları sorgulamaksızın ve kök nedenleri irdelemeksizin sonuçları merkeze almak, yel değirmenlerine saldırmaktan farksızdır. O hâlde köklere dönüp hikâyeyi baştan, en baştan yazmak gerekmektedir: Aşkın olanın iktidarını yeryüzüne, kendi uhdesine indiren insanın iktidarını nasıl kaybettiğinin hikayesini...